Gördüğümüz, dokunduğumuz her şeyin bir ‘malzemesi’ var. Zaman zaman onların doğanın ta kendisinden geldiğini unutabiliyoruz.
Ahşap, metal ya da plastik. Malzeme kategorilerini genel hatlarıyla bu şekilde tanımlayabiliriz. Ancak zaman zaman bu temel malzemeler manipüle edilerek bambaşka dokular ortaya çıkarabiliyor. Bu da çoğu zaman, malzemelerle olan iletişimde biçim ve rengin ötesine geçilmeye neden olabilir. Estetik, dokunsallık veya işlevleri nedeniyle takdir edilmeye meyilli ürünler ‘malzemelerinde’ gizlenirler. Temel olarak çok az insan malzemelerin gerçekte ne olduğunu, nereden geldiklerini ve nasıl yapıldığını anlayabiliyor. İnsanoğlu uzun yıllar boyunca dünyadan çıkarabileceği tüm materyallerin sınırsız olduğuna inandı. Bu durum toplumu ve alt yapıyı inşa etme şeklini, hammaddeleri nasıl işlediğini, üretim sistemlerinin kurulumunu ve tasarlama stilini etkiledi. Diğer bir yandan insanoğlu tüm kaynakların bol olduğuna ve artık kullanılamayacak olan ürünlerdeki malzemeleri geri dönüştürmeye gerek olmadığına inandı. Materyallere olan bu ilgisizlik, tasarım eğitimine ve bir seviyeye kadar tasarım mesleğine yansıdı.
Günümüzde tasarımcılar, malzemeler ve bunlarla nasıl çalışılacağı konusunda derin bir bilgiye sahip olmalı. Çünkü tasarım ihtiyaç, izlenecek yol, ürünün sürdürülebilir ve döngüsellik içinde olup olmadığı konusunda cevapların verildiği bir nokta. Tasarımcılar artık sadece sürdürülebilir tasarım için bir dizi kriterle karşı karşıya değil, aynı zamanda başka tür malzemeleri de kullanmak zorunda kalacağı bir dönemde. Özellikle bol miktarda bulunan ve yakın gelecekte ürünlerimizi kaçınılmaz olarak tanımlayacak bir malzeme kategorisi var. Bu kategori, şu anda atık olarak kabul ettiğimiz ancak ileriye doğru bir hammadde olarak kabul edip kullanmayı öğrenmek zorunda kalacağımız şeyleri barındırır. Yani daha önce kullanılmış malzemeleri, tarım ve gıda üretiminden kaynaklanan biyokütle atıkları, endüstriden gelen akışları, atıkları ve kusurlu malzemeleri içerir.
Uzun, geniş meşe kalaslar veya büyük, tek tip deri postlar gibi insanların zaten bildiği ve değerli bulduğu malzemelerle tasarım yapmak ayrıcalığımızdı. Yeni nesil tasarımcıların görevi ise değersiz olduğuna inanılan malzemelere ‘yeniden’ değer vermek. Bunu yapmak insanları daha önce yemeyi düşünmedikleri veya hatta itici bulabilecekleri malzemelerle tanıştıran bir şefle aynı yaratıcılığı gerektirir. Keşfetmeye hem bilimsel hem de sanatsal bir yaklaşım, zanaat becerileri ve malzemelerin estetik olarak nasıl manipüle edileceği ve kullanılacağı konusunda derin bir duyarlılık gerektirir.